İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından 16 Eylül 30 Ekim 2005 tarihleri arasında düzenlenecek olan 9. Uluslararası İstanbul Bienali, tarihinde ilk kez iki küratörün ortak çalışmasıyla gerçekleşecek.
9. Uluslararası İstanbul Bienali'nin küratörleri Charles Esche ve Vasıf Kortun; Bienal'in kavramsal çerçevesini "İstanbul" olarak belirlediler. İkili, birbirlerini uzun yıllardır tanıyorlar ve tecrübelerini paylaşıyorlar. Etkinliğin küratör asistanları ise November Paynter ve Esra Sarıgedik olacak.
Kortun ve Esche'ye göre, yaklaşan 9. İstanbul Bienali, konukları için, "İstanbul"un bir metafor, bir öngörü, yaşanan bir gerçeklik ve bir esin kaynağı olarak anlatacağı öykülerin, zengin bir tarihin ve sınırsız olanaklar evreninin kapılarını aralamayı amaçlıyor.
Bienal'in getirdiği bir başka yenilikse, hem İstanbul'da, hem de Hollanda'nın Eindhoven şehrindeki Van Abbemuseum'da eşzamanlı olarak gerçekleşecek olması. Çalışmaları İstanbul Bienali paralelinde, küratörlerce bir tür retrospektif algıya yaslanarak süren Eindhoven Sergisi, etkinliğin kimi sanatçılarını 9. Uluslararası İstanbul Bienali ile paylaşırken, kimini de İstanbul Bienali'nin tarihçesinden seçerek, "başka bir yer, başka bir mekân" düşüncesini uluslararası bir sanat müzesi bünyesinde canlandıracak.
Böylece, akışkan/geçici Bienal ile, durağan/kalıcı müze bağlamı arasındaki hiyerarşi konusunda da yeni sorular ortaya atılacak. Bu nedenle, sanatçılar ve eserleri, 21. yüzyılda sanatın en çok başvurduğu iki aracı kullanarak varlıklarını belli edecek: Bienal ve Müze.
Bu minvalde planlanan Bienal'in sergi yapısı gereği, sanatçılardan tanıtım dosyaları yerine; doğrudan Bienal'in kavramsal çerçevesiyle ilgili proje önerileri İstanbul Bienali'nin [email protected] veya İKSV İstiklal Caddesi No : 146 Beyoğlu – Taksim adreslerine ulaştırılmaya başlandı bile. 9. Uluslararası İstanbul Bienali'ne davet edilecek sanatçılar ve projeleri ise 2005 Şubat ayında kesinleşecek.
Evrim Altuğ: İstanbul ve Dünya üzerindeki bienaller giderek, gerek küratöryel, gerekse izleyici, sanatçı ve sanat eleştirisi kurumu adına "baskı" altında. Bir savaşa hazırlanır gibi herkes… Basın toplantıları, projeler, deklarasyonlar… Bir tür "kronik depresyon" söz konusu ve bu, her bienal öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşanmakta. Bu durumla nasıl başa çıkacaksınız ?
CharlesEsche: Bienallere, bir yanıyla sirkleşmiş gözüyle bakabiliriz ama bu da bir avantaj. Bu avantaj, aktaracağınız eserler üzerinden ortaya konacak sanatla neyi gözler önüne serebileceğinizin iradesiyle ilgili bana kalırsa… Sanırım sanat bugün, yalın bir model olarak, alttan alta etkisini hissettiren, ABD kapitalizminin ve tek tipleşen küresel anlayışın karşısında duruyor. Bu anlamda umutsuzca, alternatif arayışı içinde olduğumuz söylenebilir ve sanat bunun için önemli bir mücadele alanı bence. Yani sanat İdeolojik, sosyalist bir gönderme yapabileceğimiz, yeni hayaller kurarak mevcut düzene karşı yeni "boş levhalar" (Tabula Rasa) yaratabileceğimiz bir bakir alan niteliğinde. İşte bu hayal alanı, sanatın varoluş alanı. Bu minvalde Bienal sadece bir araç. Her birimizin hayal kapasitesini ifade edebileceği ve bir araya gelebileceği bir araç. Yazgılarımızın bir araya geldiği, ekonomik ve kültürel bir değiş tokuş sahası. Bu noktada Bienal'i bir tür kent ya da küratör egosunun promosyon sahası olarak görmemek de önemli bir etken olmalı bence. Bienalleri yapılmaya değer kılan da bu.
EA: İstanbul'un kendisi, Bienal organizazyonu, sanatçılar ve küratörler için, etkinliğin ve kentin tarihi gereği çoktan bir nevi fobiye dönüşmüş durumda sanki. Tüm bu tarih içinde öne sürülen, o sözde "doğu/batı köprüsü" vs. söz ettiğim… Ve siz tüm bu koşulları göz önüne alarak Bienal temasını "İstanbul" olarak tercih ettiniz. Bundaki ciddiyetiniz ve vizyonunuz nedir ?
CE: Doğrusu köprüler kurmakla filan ilgilenmiyorum. İstediğim, bu kentin güncel gerçekliğini, tartışmaların getirdiği görünümüyle, Avrupa'daki bu nüfusu en yoğun kentin halini gözler önüne serebilmek aslında. Bu yolla, farklı yeniden düşünme olasılıklarını ortaya koyabiliriz. Ama bunu egzotik, turistik, eski bir Osmanlı başkentiyle ilgilenerek, tarihi köprüler kurarak değil, tarihsel bir fantezi alanı olarak değil, varolan tansiyon, çelişki ve farklı "husumet" durumlarının zemini olan, gerçek bir şehir olarak İstanbul biçimiyle yansıtabilmek söz konusu olabilmeli. Kaldı ki, İstanbul'u aslen besleyen, "birlikte varoluş"u yaşatan halin de ta kendisi bu. Burada görebildiğimiz olasılıklara, dünyanın pek az yerinde tanık olabiliyoruz. Buradaki insanlar, yani izleyiciler, sanatı bireysel hayal güçlerine dair tetikleyici bir enstrüman olarak kullanıyorlar. Bu topluluk adına, sanat eserleri de farklı anlayış ve insanlar arasında farklı bir ağ yaratılmasına olanak tanıyor. İstanbul'da, farklı varoluş biçimlerini keşfedebileceğimiz umudundayım. Vatandaşı olalım ya da olmayalım.
Vasıf Kortun: "İstanbul fobisi"nden, "Doğu Batı Köprüsü"nden bahsediyorsun.. Biz burada ticari veya turistik alımlarla, aplike tabirlerle ilgilenmiyoruz. Onlar üstlerine düşülmemiş, yerleşikleşmiş düşünce biçimleri. Burada yaşayanları da sürekli bir kapı dışında var eden sözde tabirler… Kimi turistik niyetlerle söylenmiş olsa da, söylediğin bu eşik hali hiçbir zaman olmadı. Bu, tekrar tekrar getirilen "Boğaz" metaforuyla ilgili bir şey. Sergimizde bununla ilgili hiçbir mesele yok… Tamamıyla aykırılık ve karşıtlıkların, çatışmada olanların, her ne şekilde olursa olsun bir arada yaşadığı bir İstanbul'dan söz edebiliriz burada.
EA: Serginin içerdiği bir diğer eylem biçimi de 'Konumlamalar' başlığıyla kendisini gösteriyor.. Bundan söz edebilir misiniz ?
CE: "Konumlamalar", Bienal'in ana odaklarından. Amacı, varolan gerçekliği ortaya çıkaracak bir gayrete ön ayak olarak sanatçıların eserleriyle kenti "dekore etme"lerinin önüne geçebilmek. İstanbul, Avrupa'nın en büyük kenti bir yerde… Ve farklı gruplar arasında farklı ayrışmalar olmasına rağmen, şehir yaşamaya devam ediyor. Bu proje, özelinde sanatseverler ve şehir üzerine odaklı.
EA: Bir tür entelektüel kıstas noktası arayışı hareketi..
CE: Bana göre sanatın işlevi zaten bu söylediğinizden ibaret. Bir bakıma biz 'Konumlamalar' ile, kentin "entelektüel kıstas noktalarını" yaratmaya çalışıyoruz. Sanatın da yaptığı bu, evet . Yarattığı ufuk, olasılık alanları ve perspektiflerle… Evet dediğiniz doğru. Bunu ne kadar genişletebilirsek o kadar şanslı ve başarılı olabiliriz.
EA:Bienal tarihinde ilk kez yurtdışına, sizin çalıştığınız Eindhoven kentine de uzanacağa benzer… Bu konudaki hazırlıklarınızdan söz edebilir misiniz ?
CE: Eğer İstanbul özelinde, geleceğin dünyasında neler olup biteceğine dair bir vizyon arayışı içerisinde isek, bunun için İstanbul'a ve onun üzerinden 18 yıllık geçmişiyle İstanbul Bienali tarihine bakabilmenin gerekli olduğunu düşündük. Burada varolan sadece içeriye değil dışarıya da yönelik bir iletişim ağını gözler önüne sererken, dünyanın sorduğu soruları da içine almasıyla dikkatimizi çekiyor. Bienal kurumu, sekiz bienallik tarihiyle kimi önemli soruları, önemli temalar aracılığıyla sormuş bugüne kadar. Burada bienali güncel bir analiz kaynağı olarak kullanmak ve öte yandan bienalin tarihine kültürel bir fenomen olarak, bir müze içinden, bir bellek kutusundan bakmayı tercih ettik. Bu bellek, Eindhoven'da ortaya dökülecek ve İstanbul Bienali ile eş zamanlı izlenebilecek. Buna bir tür sanatsal bienal eleştirisi ve retrospektifi gözüyle de bakabilirsiniz. Ama bu, en iyilerin izleneceği anlamına gelmemeli. Biz bu sergiyle, İstanbul'a değen ve içinden geçen işlerin bir tür biyografisini ortaya koymaya çalışacağız…
VK: Bu kez, daha önceki bienallerin katılımcı sayısının aksine, sanatçı sayısını azaltacağız. Bu kez 45, en çok 50 sanatçının yer alabilmesini hedefliyoruz.. Sanatçılardan mümkün olduğu kadar yoğun ve kapsamlı projeler beklemek durumundayız. Sanatçı sayısını çoğaltarak iş sayısını çoğaltmak izleyici açısından da biraz da algılamayı zorlaştırıyor, farklılaştırıyor. Burada biz, sanatçıların katılımını sembolik değil, çok daha derin anlamda düşünüyoruz. Onun için sayıyı azaltıyoruz. Neredeyse 20'nin üzerinde sanatçı Bienal için sıfırdan üretim halinde, yeni işler yapıyorlar. Şu anda isim vermek istemememizin nedeni henüz tam karar vermemiş olmamız. Burada sanatçılara da zaman ve huzur tanımak gerekiyor.
EA:Bienal küratörlerinden biri olarak, "fetiş" niteliğindeki sanatçı, üretim biçimi ve akımlar hakkında fikirlerinizi öğrenebilir miyiz ?
CE: Öncelikle sanatçının, yapıtları ve dünya görüşü üzerinden koyduğu politik duruş benim için önemli. Sanatçı favorime gelince, Superflex girişiminin çalışmalarını beğendiğimi söylemeliyim. Eser tekniğine gelince, bu umursadığım bir şey değil, sahiden.. Fark etmiyor…
VK: …Valla, bilmiyorum, bugün sanatta sanatçının malzeme fetişi yok bence, eminim bu sergide beklenmedik şeyler de göreceksiniz. Öyle bir yoğunlaşmaya gitmedik. Charles ile aşağı yukarı aynı kuşaktan geldiğimiz için, modellerimiz, birbirimizin ilgisini çekiyordu. Benim tek fetişim, coğrafi anlamda açık bir perspektif ortaya koyabilmek. Doğrusu mesele nereye gidiyorsa, onun peşinden, onunla gitmeye çalışıyorum.
EA:Bienalin 18 yılllık geçmişinde gezilmeye alışılmış Yerebatan Sarnıcı veya Darphane ya da Antrepo gibi mekânlardan uzaklaşılması mümkün olabilecek mi ?
VK:Tarihsel yarımadadaki güzel binalarda sanat yapıp, sanatçıları oralara koymak zordu.. Özel olarak umarım, bu şekilde giderse Şişhane'de bir binayı almak durumundayız. Sergi için kullanacağız. Bunun yanı sıra Şişhane'de son ayağı inşa edilmiş olan metro istasyonunu da kullanmaya çalışacağız. Çünkü çok devasa bir bölge orası… Bir de Tepebaşı bölgesinde, eskiden TÜYAP tarafından kullanılan üst ve alt alanı ele alacağız. Bu konuda Beyoğlu ve Büyükşehir belediyeleri de sağ olsunlar, yardımcı oluyorlar. Bu yer altı meselesinin kendine ve kente özgü birtakım metaforları da var. Bir de özellikle izleyici sayısını ikiye üçe katlamaya çalışıyoruz. Bienal'e doğru gidecek olan panel ve konuşmaların da böyle bir vazifesi var. Tabii ki normalde Bienal başka mekânlarda da yapılabilirdi ama, böyle bir sergiyi kentin merkezinde yapmak çok da hatalı gözükmüyor.